Her zaman bitmesinden korkulur hikayelerin. Gitmesinden korkulur sevilenlerin. Bazen gitse de sevilenler, bitmez hikayeler. Hayat, onu yaşayan kişinin hikayesidir ve ana karakter var olduğu sürece hikaye hep devam eder. Vedalar sekteye uğratır ama onların gücü yetmez bitirmeye. Başka kişiler, farklı olaylarla sürer hikaye. Kahraman değişir, gelişir, yeniden başladığını düşünür her seferinde. Oysa yaşadıklarının tamamı onun hikayesinin parçalarıdır. O yaşadıkça tamamlanır, bitti sandıkça başlangıca yaklaşır. Bitti sanılsa da bitmez hikayeler...
Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı
22 Eylül 2020 Salı
15 Eylül 2020 Salı
karanlık
Yeni bir gün yeni umutlardı önceden. Şimdi yeni kayıplar gibi hissettiriyor yeni başlayan günler. Eksiliyoruz günden güne. Karanlığa gömülüyoruz. Sesimizi duyuramıyor, öldüğümüzle kalıyoruz. Onlar eksildikçe insanlığından, biz siliniyoruz dünya üzerinden. Kalmıyor izlerimiz. Karanlıkları getiriyor bulutlarını. Göremiyoruz silinenlerin ardında kalanları. Bir parçamız artık eksiklikleri. Hissetmiyoruz. Bir nefes kesiliyor, biz o nefes olamıyoruz. O karanlığın bir parçası olmak, susmak. Susuyoruz. Bazen aydınlık arayışında buluyoruz kendimizi içimizde kalan son umut kırıntılarıyla. Aydınlığı bulamıyoruz. Aşamıyoruz engelleri. Engel, karanlığın kendisi ve bekçileri. Yetmiyor gücümüz karanlıklarını aydınlatmaya. Umutsuz başlıyor bu çağda günler. O umutsuzluğun kurbanlarına dönüşmek istemiyoruz. Biz kadınlar, silinmek istemiyoruz onların karanlıklarında. Normalleştirmiyor, karanlıklarının bir parçası olmayı reddediyoruz. Bir mum da biz yakıyoruz adalet arayışında. Arayışımızı sürdürüyor, ışığımızı söndürmüyoruz. Aydınlığın geleceğine inanıyor, inancımızla besliyoruz aydınlığımızı.
Karanlığın gücü sınırlıdır oysa aydınlık sınırları kaldırır. Öngöremezsiniz aydınlığın gücünü. Karanlık esiridir güçlü bir aydınlığın. Karanlık teslim olana kadar aydınlığa, umut yaşamak zorunda. Doğacak güneşi bekleme umuduyla...
8 Eylül 2020 Salı
bas(k)ı(n)
Kökleri aynı olsa da bir değildir onların yolları. Taban tabana zıttır ruhları. Bir benzerlik aransa aralarında, başarısızlıkla sonuçlanır çabaları. Onlar, basın ve baskı.
Felsefede gerçek ve doğru ayrımı vardır. Gerçek, nesnenin kendisi; doğru, nesneye yüklenen bilgidir. Gerçek doğrudan bağımsız sürdürür varlığını. Ancak hakikati görmek isteyenler görebilir onu. Bu sayede gerçek, doğruya ulaşabilir. Çıplak gözle bakılmazsa gerçeğe, kavuşamaz gerçek ve doğru. Anlamlandırmanın yolu hakikati tüm yalınlığıyla görebilmektir. Toplumun hakikate ulaşma yolu ise basındır. Basın bağımsız ruhuna ihanet etmeden gerçekleri yalınlığıyla yansıtırsa, insanlar doğru anlamı yükleyebilir gerçeklere. Gerçekler doğası gereği bağımsızdır. Gerçek gibi basın da özgür ruhludur. Gerçekliği tüm şeffaflığıyla göstermesi gereken bir hakikat kapısıdır o. Cesaret barındırır içinde. Gerçekleri ortaya çıkarma gücünü yerleştirir içinize. Oysa baskı, özgürlük kısıtlayıcı. Basının ruhuna aykırı. Baskılar altında ezilmiş bir basın, reklamlarla aynı görevi görebilir yalnızca. Duymak istediklerinizi söyleyerek doğruluktan uzaklaştırır. Gözleriniz görmek istediklerini gördüğünde beyniniz o tatminkarlık hissiyle daha az sorgular. Yapılmak istenen budur aslında: İnsanı sorgulamayan bir canlıya dönüştürmek. Basın sorgulayıcı bir mekanizma olduğu için tehdit unsurudur. Onun bağımsız ruhunu öldürmeye çalışmak sorgulamanın önüne geçmeye çabalamaktır. Gerçekleri değiştirmeye gücü yetmeyenler, basının gerçeklerini değiştirmek ister. Değiştirmeye gücü yetmediğinde baskı uygular. Oysa baskı, basının gerçekleri açığa çıkarma arzusundan daha güçlü değildir. Basın da gerçek gibi özgür ruhludur. Ne yaparsanız yapın ruhları öldüremezsiniz.
1 Eylül 2020 Salı
korku
Bazen sebepsizce bırakırız bir şeyleri. Belki de o an sebepsiz olduğuna inanırız. Oysa her şeyin bir sebebi var hayatta. Eğer yaşadıklarımızı ardımızda bırakabilseydik sebepsiz olduğuna inanabilirdim bir şeylerin. Fakat yapamıyoruz. Yaşadıklarımızın içimizde bıraktıklarını silemiyoruz. Onları derinlere gömüyoruz. Benzer durumlarda, içimizdeki izlerini hissediyoruz yeniden. Kendimize bu şekilde ulaşıyoruz belki de. Bir şeyler yaşıyor ve onların içimizde bıraktığı izlerin toplamından oluşuyoruz. Yorulduğumuz zamanlar oluyor. Korktuğumuz, ilerleyemeyeceğimize inandığımız... O zamanlar bırakmak istiyoruz. Kaçmak, kurtulmak yüklerden. Oysa asıl yük, kaçmaya çalışmak yaşanılanların izlerinden. Korktukça kendimizden uzaklaşıyoruz. Bunun farkında olmuyoruz düşüncelerden kurtulma telaşında. Hayatın tek seferlik bir film olduğunu unuttuğumuzdan yaşarken ona seyirci kalıyoruz. Filmin bir parçası olmak korkutucu geldiği için uzaktan izlemeyi yeğliyoruz. Iskalıyoruz hayatı korkunun getirdiği kaçma arzusuyla. Filmin bir parçası olmayı reddediyoruz çoğu zaman. Kimimiz filmin sonunda farkına varıyor kaçırdıklarının. Geç kalınmış bir farkındalığın yetersizliğiyle ayrılıyor salondan. Geç olmadan fark etmek, filmi güzelleştirmek ve güzel bir filmin parçası olmak, "Yaşadım." diyebilmek.
22 Haziran 2020 Pazartesi
son
15 Haziran 2020 Pazartesi
geç(me)miş
8 Haziran 2020 Pazartesi
konfor alanı
Bir konfor alanı oluşturuyoruz kendimize. Belirli kişileri alıyoruz bu alana. Belirli nesneleri ve mekanları. Güven veren, o alan. Konfor alanımızın biraz dışına çıkınca ne yapacağımızı şaşırıyoruz. Ön yargılarımız giriyor devreye. Herkese, her şeye bize zarar verecekmiş gibi yaklaşıyoruz. Onları sevememekten korkuyoruz. Bağlı olduğumuz çoğu insan sevilesi mi diye düşünmemişken bir yabancıyı sevmeye başlamakta zorlanıyoruz. İhtiyacımız olan belirli insanlar değil. Onlara olan sevgimiz. Bunu unutuyoruz. Kişilere anlam yükledikçe, duygularımızı bir kişide tüketmeye çalıştıkça, tükenen biz oluyoruz. Bizi üzen başkaları değil, bağlılıklarımız. Bağlılıklarımızla yaşamaya devam ettikçe, mutluluğumuz daimi olmayacak. Her şey geçebilir hayatta. Yığınla insan, sürekli yenilenen nesneler, keşfettikçe kendinizi bulacağınız mekanlar... Değişmeyen biz olmalıyız. Hayatla bağımıza tutunmalıyız her koşulda. Görüş ayrılıkları bile yeterli insanlar arasındaki bağları koparmaya. Oysa insan kendiyle kurduğu bağlarda aramalı güveni, huzuru. İnsanlara değil, hayata bağlanmalı tutkuyla. Konfor alanımızın dışına çıkmak, gerçekten yaşamak. Sürekli bağlanacak maddeler aramak, onlara tutunarak yaşamaya çalışmak, bir ömrü boşa harcamak. Asıl yaşam içimizde. Kendi hücrelerimizde. Bazen hislerimiz, bazen düşüncelerimiz sayesinde bağlanıyoruz bir şeylere. Bu hisleri ve düşünceleri üreten biziz. Ne hakkında düşündüğümüz, kimin için ne hissettiğimizin ne önemi var bu durumda? Önemli olan, hissetmekten vazgeçmemek. Her koşulda düşünmeye devam etmek. Bağlılığımız bu eylemlerin varlığına olmalı, ne üzerine olduğuna değil. Kendi içimize bağlı olmalıyız, onun dışarıdaki yansımalarına değil. Bağlılıklarımızın doğrultusu değiştiğinde bulunduğumuz yerin bir önemi kalmayacak. Bizim olduğumuz yer, konfor alanımız olacak. Yaşamak, işte o zaman yaşamak olacak.
1 Haziran 2020 Pazartesi
sözcük
22 Mayıs 2020 Cuma
tuhaf
15 Mayıs 2020 Cuma
aldatmak-paulo coelho
8 Mayıs 2020 Cuma
altı harf iki hece
1 Mayıs 2020 Cuma
direniştir 1 Mayıs
Hepimiz bu düzenin işçileriyiz. Mezun olduğunda iş bulamayacağını bilerek okuyan... İş bulacağına dair umudunu kaybettiğinde hayatına son veren işçiler. Bizi öldüren biz değiliz aslında. Yaşadığımız düzen. Bu düzene karşı koymadıkça ölmeye devam edeceğiz. En kötüsü de yaşarken öleceğiz. Yaşarken ölmemek için bir yaşam biçimi belirlememiz gereken bu hayatta en güzel seçimdir direnmek. Kimseye boyun eğmeden yaşamaya devam etmek. Nazım gibi yani. Ne olursa olsun mücadele etmekten vazgeçmeyerek. Nefes alırcasına solumak hayatı. Ne kendine ne halkına ihanet ederek. Yaşar Kemal'in İnce Memed'i gibi mesela. Karşındaki ne kadar güçlü olursa olsun direnmeye devam ederek. Kazanacağına inanarak daima. Aydınlığa yürümek soluksuzca. Yolun sonundaki ışık umuduyla durmamak. Yeni başlangıçları heyecanla bekleyerek. En çok da kendini kanıtlamaya çalışmadan Sabahattin Ali'nin Kuyucaklı Yusuf'u gibi "Ben Buyum!" diyerek yaşamak. Değiştirmeye çalışanlara kulak asmayarak. Kendin olarak, ödün vermeden benliğinden. Durmadan ilerlemek inandığın yolda. İnanmaktan vazgeçmeyerek güzel günlere. Mavinin en çok da özgürlük tonunu severek. Güneşli günlerin umuduyla. Farklı görüşlere kapatmadan kendini. Birlik olması halkın. Kenetlenebilmek birbirine. Her koşulda katılmak direnişe. Bir yaşam biçimidir direnmek. Yaşarken ölmek, direnmekten vazgeçmek.
22 Nisan 2020 Çarşamba
(z)aman
15 Nisan 2020 Çarşamba
inanmak
8 Nisan 2020 Çarşamba
kavşak özgürlük
Kimisi şöyle der: "Başkalarının haklarına müdahale etmediğimiz sürece istediğini yapabilme hakkıdır, özgürlük." Fakir bir adam istediğini yapabilir mi başkalarının haklarına zarar vermese de? İstediği şeylere sahip olabilir mi? İstediği yere gidebilir mi gönlünce? Özgürlüğü bu şekilde tanımlamak, onu sınırlandırmaktır. Oysa özgürlük "sınırsız" olduğunda adı özgürlük olur. Sınırları kaldırabildiğimiz ölçüde özgürüz. Cesur olabildiğimiz sürece... Özgürlük kafada başlar. Önce düşüncelerinde özgür olmalı insan. Kalıplara sokmamalı onları. Düşüncelerini belirli kalıplara sokmaya çalışan her neyse ona direnmeli. Çünkü yasa korumaz onu. Hapseder yalnızca. Düşünebildiğimiz ölçüde özgürüz. Hayal edebildiğimiz kadar özgür. Hayallerimizi dile getirebildiğimiz kadar...
Özgür olduğumuza inandırılırken özgürlükten bihaber yaşıyoruz. Katip Bartleby gibi pasif direnişçiler olmaya zorlanıyoruz. Direniş biçimimiz bizim tercihimiz olmalıyken, her koşulda engelleniyoruz. Kendimizi ifade edecek bir yer bulamıyoruz. Bir yer bulsak dahi düşüncelerimizi ifade edecek gücü içimizde hissedemiyoruz. Düşündüklerimizi dile getiremeyişimiz "suskunluk sarmalı"nın esiri olmamızdan. İnsanlar susuyor çünkü farklı düşüncelerinden dolayı dışlanmaktan korkuyorlar. Kimse azınlık olmanın beraberinde getirdiği sorumluluğu taşımak istemiyor. Farklı düşünmek, yalnızlığa itilmek. Oysa insan yaşamı boyunca başkalarına ihtiyaç duyar. İlişki ihtiyacının sonucudur belki de düşüncelerini kendine saklaması. Peki sadece suskunluk sarmalından mıdır susması?
Ne diyordu Rosa Luxemburg: "Özgürlük daima farklı düşünenlerin özgürlüğüdür." Herkes gibi düşünüyorsanız düşüncelerinizin korunmaya ihtiyacı yoktur. Özgürlüğün çıkış noktası farklılıklardır. Başkalaştıkça güzelleşir dünya. Buna fırsat verildikçe anlam kazanır yaşam. Şimdilik dile getiremesek de başkalarına katılmak zorunda değiliz düşüncelerimizde. Peki ne kadarını ifade edebiliyoruz düşüncelerimizin? Sözleşmelerin izin verdiği kadarını. Bu noktada en etkili sözleşme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesidir. Bu sözleşmenin 10.maddesi ifade özgürlüğüne ilişkindir. 1.fıkrasında herkesin ifade özgürlüğüne sahip olduğu belirtilirken, 2.fıkrası ifade özgürlüğünün sınırlama nedenlerine değinir. Sınırlandırılmanın olduğu bir yerde özgürlükten bahsedilebilir mi? Özgürlük sınırların olmadığı bir alan yaratmak değil mi?
1982 Anayasasının karşısında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi yumuşak kalıyor elbette. 82 Anayasasının 25.maddesinde "düşünce ve kanaat özgürlüğü" güvence altına alınmıştır. Madde 25 şöyle der: "Herkes düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlarini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz." Yasanın bize "düşünebilme" izni vermesi ne tuhaf. 26.madde ise "düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti"ni kapsar. Bunu yaparken o kadar çok sınırlama nedeni koyar ki, maddeyi gördükten sonra düşüncelerinizi kendinize saklamaya karar verebilirsiniz. Yasa koyucu düşünce ve ifadeyi ayrı kavramlar olarak kabul etmiş ve "düşünce ve kanaat hürriyeti" ile "düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti"ni ayrı maddelerde ele almıştır. Oysa düşünce ve ifade birbirinden ayrı değildir. Yalnızca ifade edebileceğimiz şeyleri düşünmek bir yana, düşündüklerimizi her koşulda ifade etme hakkımız olmalıdır. Düşünce ve ifade kavramlarını ayrı değerlendirmek, yasa uygulayıcıların yetkilerini arttırmaktır. Oysa yasalar özgürlüğü korumaya yönelik olmalıdır. İfadenin olmadığı bir yerde özgürlükten bahsedilemez. İfade özgürlüğü tüm özgürlüklerin temelidir. Ancak ifade özgürlüğü sağlandığında diğer özgürlüklerden söz edilebilir. Bunu sağlayacak olan da anayasalar ve insan hakları sözleşmeleridir. Mümtaz Soysal'ın "Dinamik Anayasa Anlayışı" adlı kitabında belirttiği gibi: "Anayasanın hak ve özgürlükler sistemi, ifade özgürlüğünün sınırını ya da tavanını değil; hak ve özgürlüklerin kullanılmaya başlanacağı "tabanını" gösterir. İfade özgürlüğünü bu taban içinde düşünmek, özgürlükten yararlanmak olamaz. İfade bu sistemin dışına çıkmaya başladığı andan itibaren "özgürlüğün korunmasına" ihtiyaç duyar. Öyleyse Anayasalar ya da İnsan Hakları Sözleşmeleri, ifade özgürlüğünün yalnızca "ilk basamağını" ya da "başlangıç noktasını" oluştururlar. Özgürlüğün alanı genişledikçe -basamaklarda ilerledikçe- norm düzenlemeleri de "dinamik" bir yorumla yeniden düzenlenecektir."
Düşüncelerimizi yasaya bağlı kalmak koşuluyla ifade edebiliyoruz. "Düşünebilmemiz"in bile yasa koyucuya bağlı olduğu bir durumda "özgürlük"ten bahsetmek tuhaf geliyor kulağa. Yasaların izin verdiği ölçüde özgürüz belki de. Fazlasını istemek kimin haddine?
1 Nisan 2020 Çarşamba
ansızın
22 Mart 2020 Pazar
düşün(emey)en
İnsan belirli bir yaşa kadar düşünmeden yaşar. Düşünmemesi gereken zamanda düşünmeye başlar. Önce biriyle hayatını birleştirmesi gerektiğini düşünür. Sonra hayatını birleştireceği insan, onun gibi düşünsün ister. "Ben"liğinin kalıplarından çıkamaz. Oysa birini severken düşünmemiz gerekmez. Onun hakkında düşünmek, onunla ilgili bir imaj yaratır aklımızda. Onu kelimelerle tarif etmeye çalışırız. Onu tanımlayan kelime buldukça mutlu oluruz. Sevmek birini tanımlamanın ötesindedir. Düşünceler imgelerin belirleyicisidir. Biriyle "bir" olmak her türlü düşünceden uzaklaşıldığında mümkün olabilir. Sadece iki kişi kaldığında tüm benliğiyle... Arzularını bir kenara bırakıp yaşadığı hayata bir çocuk getiriyor insan en sonunda. Hayatını ona adayıp tek bir gün bile mutlu olup olmadığını düşünmeden ayrılıyor bu dünyadan. İnsan alıştıklarını yaşıyor. Oysa hayat alışamadıklarımız en çok da. Alışkanlık haline getirip yok etmemek güzellikleri...
15 Mart 2020 Pazar
farkındalık
Kaygılarım mı beni bu denli huzursuzlaştıran?
İnsan hayatının en güzel dönemidir gençlik yılları. Dönemi olmalıdır en azından. Bir şeylerin farkına varmaya başladığınız, kendi kararlarınızı aldığınız ve kararlarınızın arkasında durma bilincine ulaştığınız zor ama bir o kadar da güzeldir gençlik. Güzel olması gerekendir. Sekiz yıl ilköğretim okursunuz. Kulağa uzun gelse de göz açıp kapayıncaya kadar geçer o sekiz yıl. Tabii ailenizin maddi durumu iyiyse... Her yıl yeni defterler, kitaplar, üniformalar almanız gerekir. Çünkü katı kurallar koyar bazı öğretmenler. "Eski defterinize devam edemezsiniz." der mesela. Ailenize "Alım gücünüz var mı?" diye sormaz. Başarılı olmanız önemlidir bu sistemde. Mutlu olmanız, her şeyden önce insan olmanız kimsenin umurunda değildir. Notlarınız kadar değer görürsünüz. Her şey teoriktir. Düzen bellidir ve siz bu düzendeki küçük rolünüzü oynamakla yükümlüsünüz. Huzuru bozan kişiler vardır sınıfınızda. Çevresine zarar veriyordur bu çocuklar. Çevre önemli değildir. Sekiz yıl katlanılabilir bir süredir. Düzen böyledir. Değiştirmeye yeltenmek yalnızlığa itilmektir. Liseye başlarsınız her şeyin farklı olacağı umuduyla. Yaş arttıkça bilincin de artacağını sanırsınız. Yanıldığınızı anlamanız uzun sürmez. Çünkü düzen aynıdır. Çark aynı yöne döndüğü sürece yalnızsınız. Üniversite büyük değişimlerin başlangıç noktasıdır. Olmalıdır. Olmadığını anlarsınız. Belirli dersler koyarlar önünüze. Sonra sınavlar... Aldığınız notlardır değerinizi belirleyen. Nasıl düşündüğünüz umurunda değildir kimsenin. Düşüncelerinizin sebeplerinden çok ne düşündüğünüzle ilgilenirler. Düşünmeyin isterler çünkü. Sorgulamak, değişime giden ilk adımdır. Bu adımı attığınızda bir şeylerin farkına varmaya başlarsınız. Farkındalığınız korkutur onları. Düzene ayak uydurmak, farkında olmamayı gerektirir. Buradan dönüş yoktur. Artık eskisi gibi bakamazsınız olaylara. Sadece kendi hayatınıza odaklanamazsınız. Başkalarını da düşünmek zorunda hissedersiniz. Düşündükçe çoğalırken azalırsınız. Umudunuz artmıştır. Huzurunuz azalmıştır bu esnada. Bir tarafınız karanlığın farkındadır. Bu karanlığa esir düşer bazen. Diğer yanınız karanlıktaki ışığı görmek istiyordur. Yaşananlar, tanık olmak zorunda kaldıklarınız bazen fırsat vermez aydınlık umuduna. Oysa en güzel günler, karanlığın ardından gelecek olanlardır.