Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

8 Haziran 2020 Pazartesi

konfor alanı

İnsan her zaman bir şeylere tutunmak ister. Bazen bir duyguya, bazen bir insana... Bağlılık rahatlatıcı gelir ona. Güvende hissetmek ister. Varlığının sebebi yapmak ister bir şeyi. Öyle olduğuna inandırır kendini. Değişimden korktuğu için midir bağlanma isteği? Yoksa değişememekten korktuğu için mi? Zaten çabuk alışmaz mı doğası gereği? Alıştığından kopmakta zorlanmaz mı? Alıştıklarından vazgeçmenin zor olduğunu bile bile neden alışmak ister bir şeylere? Güvende hissetmek için mi? Huzurlu olmak için mi yoksa? Alışkanlık mıdır huzuru ve güveni sağlayan ona? Ya alıştıklarından kopması gerektiğinde... O zaman huzursuz mu olmalı? Güvensiz ya da... Yeni limanlar mı aramalı kendine, bağlanacak? Her şeyin akıp gittiği, değişim gerçeğinden başka hiçbir şeyin  baki olmadığı hayatta, neden bağlanacak şeyler arıyoruz kendimize? Bir şeylere bağlandıkça mutlu oluyor, bağlandıklarımızla bağlarımız koptuğunda dünyanın en mutsuz insanlarına dönüşüyoruz. Sevgiyi bile bağlılıkla bağdaştırıyoruz. Birini sevince herkesi silebiliyoruz. Sevginin bütünleştirici gücünü yadsıyacak kadar önem veriyoruz bağlılığa. Neden yapıyoruz bunu? 
Bir konfor alanı oluşturuyoruz kendimize. Belirli kişileri alıyoruz bu alana. Belirli nesneleri ve mekanları. Güven veren, o alan. Konfor alanımızın biraz dışına çıkınca ne yapacağımızı şaşırıyoruz. Ön yargılarımız giriyor devreye. Herkese, her şeye bize zarar verecekmiş gibi yaklaşıyoruz. Onları sevememekten korkuyoruz. Bağlı olduğumuz çoğu insan sevilesi mi diye düşünmemişken bir yabancıyı sevmeye başlamakta zorlanıyoruz. İhtiyacımız olan belirli insanlar değil. Onlara olan sevgimiz. Bunu unutuyoruz. Kişilere anlam yükledikçe, duygularımızı bir kişide tüketmeye çalıştıkça, tükenen biz oluyoruz. Bizi üzen başkaları değil, bağlılıklarımız. Bağlılıklarımızla yaşamaya devam ettikçe, mutluluğumuz daimi olmayacak. Her şey geçebilir hayatta. Yığınla insan, sürekli yenilenen nesneler, keşfettikçe kendinizi bulacağınız mekanlar... Değişmeyen biz olmalıyız. Hayatla bağımıza tutunmalıyız her koşulda. Görüş ayrılıkları bile yeterli insanlar arasındaki bağları koparmaya. Oysa insan kendiyle kurduğu bağlarda aramalı güveni, huzuru. İnsanlara değil, hayata bağlanmalı tutkuyla. Konfor alanımızın dışına çıkmak, gerçekten yaşamak. Sürekli bağlanacak maddeler aramak, onlara tutunarak yaşamaya çalışmak, bir ömrü boşa harcamak. Asıl yaşam içimizde. Kendi hücrelerimizde. Bazen hislerimiz, bazen düşüncelerimiz sayesinde bağlanıyoruz bir şeylere. Bu hisleri ve düşünceleri üreten biziz. Ne hakkında düşündüğümüz, kimin için ne hissettiğimizin ne önemi var bu durumda? Önemli olan, hissetmekten vazgeçmemek. Her koşulda düşünmeye devam etmek. Bağlılığımız bu eylemlerin varlığına olmalı, ne üzerine olduğuna değil. Kendi içimize bağlı olmalıyız, onun dışarıdaki yansımalarına değil. Bağlılıklarımızın doğrultusu değiştiğinde bulunduğumuz yerin bir önemi kalmayacak. Bizim olduğumuz yer, konfor alanımız olacak. Yaşamak, işte o zaman yaşamak olacak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder