Özgürlüğü var eden özgür olmama durumudur. Özgürlüğün hüküm sürdüğü bir yerde onu aramaz hiç kimse. Ancak kaybedince anlar değerini. Her ne kadar soyut bir kavram gibi dursa da somut sonuçları olan bir kavram özgürlük. Yüzyıllar boyunca savaşlar verildi uğruna. Kimi zaman galip gelindi, kimi zaman köle edildi birileri birilerine. Peki biz özgür müyüz yeterince?
Kimisi şöyle der: "Başkalarının haklarına müdahale etmediğimiz sürece istediğini yapabilme hakkıdır, özgürlük." Fakir bir adam istediğini yapabilir mi başkalarının haklarına zarar vermese de? İstediği şeylere sahip olabilir mi? İstediği yere gidebilir mi gönlünce? Özgürlüğü bu şekilde tanımlamak, onu sınırlandırmaktır. Oysa özgürlük "sınırsız" olduğunda adı özgürlük olur. Sınırları kaldırabildiğimiz ölçüde özgürüz. Cesur olabildiğimiz sürece... Özgürlük kafada başlar. Önce düşüncelerinde özgür olmalı insan. Kalıplara sokmamalı onları. Düşüncelerini belirli kalıplara sokmaya çalışan her neyse ona direnmeli. Çünkü yasa korumaz onu. Hapseder yalnızca. Düşünebildiğimiz ölçüde özgürüz. Hayal edebildiğimiz kadar özgür. Hayallerimizi dile getirebildiğimiz kadar...
Özgür olduğumuza inandırılırken özgürlükten bihaber yaşıyoruz. Katip Bartleby gibi pasif direnişçiler olmaya zorlanıyoruz. Direniş biçimimiz bizim tercihimiz olmalıyken, her koşulda engelleniyoruz. Kendimizi ifade edecek bir yer bulamıyoruz. Bir yer bulsak dahi düşüncelerimizi ifade edecek gücü içimizde hissedemiyoruz. Düşündüklerimizi dile getiremeyişimiz "suskunluk sarmalı"nın esiri olmamızdan. İnsanlar susuyor çünkü farklı düşüncelerinden dolayı dışlanmaktan korkuyorlar. Kimse azınlık olmanın beraberinde getirdiği sorumluluğu taşımak istemiyor. Farklı düşünmek, yalnızlığa itilmek. Oysa insan yaşamı boyunca başkalarına ihtiyaç duyar. İlişki ihtiyacının sonucudur belki de düşüncelerini kendine saklaması. Peki sadece suskunluk sarmalından mıdır susması?
Ne diyordu Rosa Luxemburg: "Özgürlük daima farklı düşünenlerin özgürlüğüdür." Herkes gibi düşünüyorsanız düşüncelerinizin korunmaya ihtiyacı yoktur. Özgürlüğün çıkış noktası farklılıklardır. Başkalaştıkça güzelleşir dünya. Buna fırsat verildikçe anlam kazanır yaşam. Şimdilik dile getiremesek de başkalarına katılmak zorunda değiliz düşüncelerimizde. Peki ne kadarını ifade edebiliyoruz düşüncelerimizin? Sözleşmelerin izin verdiği kadarını. Bu noktada en etkili sözleşme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesidir. Bu sözleşmenin 10.maddesi ifade özgürlüğüne ilişkindir. 1.fıkrasında herkesin ifade özgürlüğüne sahip olduğu belirtilirken, 2.fıkrası ifade özgürlüğünün sınırlama nedenlerine değinir. Sınırlandırılmanın olduğu bir yerde özgürlükten bahsedilebilir mi? Özgürlük sınırların olmadığı bir alan yaratmak değil mi?
1982 Anayasasının karşısında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi yumuşak kalıyor elbette. 82 Anayasasının 25.maddesinde "düşünce ve kanaat özgürlüğü" güvence altına alınmıştır. Madde 25 şöyle der: "Herkes düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlarini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz." Yasanın bize "düşünebilme" izni vermesi ne tuhaf. 26.madde ise "düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti"ni kapsar. Bunu yaparken o kadar çok sınırlama nedeni koyar ki, maddeyi gördükten sonra düşüncelerinizi kendinize saklamaya karar verebilirsiniz. Yasa koyucu düşünce ve ifadeyi ayrı kavramlar olarak kabul etmiş ve "düşünce ve kanaat hürriyeti" ile "düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti"ni ayrı maddelerde ele almıştır. Oysa düşünce ve ifade birbirinden ayrı değildir. Yalnızca ifade edebileceğimiz şeyleri düşünmek bir yana, düşündüklerimizi her koşulda ifade etme hakkımız olmalıdır. Düşünce ve ifade kavramlarını ayrı değerlendirmek, yasa uygulayıcıların yetkilerini arttırmaktır. Oysa yasalar özgürlüğü korumaya yönelik olmalıdır. İfadenin olmadığı bir yerde özgürlükten bahsedilemez. İfade özgürlüğü tüm özgürlüklerin temelidir. Ancak ifade özgürlüğü sağlandığında diğer özgürlüklerden söz edilebilir. Bunu sağlayacak olan da anayasalar ve insan hakları sözleşmeleridir. Mümtaz Soysal'ın "Dinamik Anayasa Anlayışı" adlı kitabında belirttiği gibi: "Anayasanın hak ve özgürlükler sistemi, ifade özgürlüğünün sınırını ya da tavanını değil; hak ve özgürlüklerin kullanılmaya başlanacağı "tabanını" gösterir. İfade özgürlüğünü bu taban içinde düşünmek, özgürlükten yararlanmak olamaz. İfade bu sistemin dışına çıkmaya başladığı andan itibaren "özgürlüğün korunmasına" ihtiyaç duyar. Öyleyse Anayasalar ya da İnsan Hakları Sözleşmeleri, ifade özgürlüğünün yalnızca "ilk basamağını" ya da "başlangıç noktasını" oluştururlar. Özgürlüğün alanı genişledikçe -basamaklarda ilerledikçe- norm düzenlemeleri de "dinamik" bir yorumla yeniden düzenlenecektir."
Düşüncelerimizi yasaya bağlı kalmak koşuluyla ifade edebiliyoruz. "Düşünebilmemiz"in bile yasa koyucuya bağlı olduğu bir durumda "özgürlük"ten bahsetmek tuhaf geliyor kulağa. Yasaların izin verdiği ölçüde özgürüz belki de. Fazlasını istemek kimin haddine?
Yazarımızın bir önceki yazısında düzen değişikliği olursa şayet katılabilirim diye bir söz etmiştim burda ise yazının başlangıcında bir sınıfsallık vurgusu sezdim.Benim yorumumdan kaynaklı mı yoksa yazarımızın fikirleri bu yönde mi ? Sanırım bunu ilerleyen yazılarında daha net anlayacağız.Bu yazıya gelecek olursak;herkesin özgürlük tanımı yaparken kullandığı insan hakları sözleşmesi veya anayasalar ve benzeri yapıların özünde insanların insani yaşama şartlarına eşit olanaklar sağlamadığı ve tam tersine sermaye sınıfının ihtiyaçlarını karşıladığı üzere toprak üzerinde yaşayan insanların özgürlüklerine izin verdiği bir çerçevede olduğuna dolaylı bir şekilde bana hissettirmesi çok özel ve güzeldi.Diline,yüreğine,emeğine sağlık güzel yazar...
YanıtlaSilÖzgürlük kavramına bir katkıyı okuduğum şu paragraf ile yapmayı isterim:
YanıtlaSil"Özgürlük öznenin nesnellik karşısında tümüyle bağımsız olması değildir. Böyle bir özgürlük öznenin varoluş zeminini dışladığı için mümkün değildir. Yargıda bulunan ve davranan özne ancak kendisini var eden ve anlaşılır kılan bir nesnellik zemininde var olabilir. Burada öznellik derken insanın bilinçli ve akılsal öznelliğini kastediyoruz. Nesnellik ise bu söz konusu insani özneyi bağlayan ve belirleyen tüm doğal ve toplumsal gerçekliğe işaret etmektedir. O hâlde özgürlüğü nasıl tanımlamalı? Belki de insani açıdan özgürlüğü öznenin kendisini çevreleyen ve belirleyen nesnellikten bağımsızlığı olarak değil de bu nesnelliğe dair bilinçli akılsallığı olarak tanımlamak daha aydınlatıcı olacaktır. İnsan kendisini belirleyen nesnel gerçekliği bilinçli bir akılsallıkla kavradığı oranda özgür olabilir. Böyle bir kavrayış insana kendisini belirleyeni belirleme, kendisini sınırlayanı sınırlama olanağı verecektir."