Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı
22 Mayıs 2020 Cuma
tuhaf
İnsan kendini geliştirebilen bir varlık. Kendini ifade edebildikçe geliştiğini hisseden. Bazen ifade etmek istemeyen. Ama ifade etmeden de yapamayan. İfade etmedikçe eksilen. Eksildikçe tamamlanma arzusuyla yanan. Kendini, ifade etmekte bulan bir varlık insan. Sanıldığı kadar kolay mı dile getirmek bir şeyleri? Bilgi çağında bilgiye ulaşmak kadar kolay mı mesela? Tanımlamak zor. Özellikle de güzel olanları tanımlamak. Güzel şeyler duygularımıza hitap ettiği için belki de. Hislerimiz yoğunlaştıkça zorlaşır anlatmak. Bir şeyleri iyi ifade etmek için az hissetmek gerekiyor bu durumda. "Korkuyu tarif et." desem bir süre durursunuz. Beraberinde getirdikleri canlanır aklınızda ilk önce. Tek başına hayal etmekte zorlanırsınız. Ya da "sevgi" denilince aklınıza sevdikleriniz gelir önce. Kahvenin kokusunu sever çoğu kişi. O kokuyu anlat deseler zorlanır anlatmakta. Bir durum, bir kişi hatta bazen bir nesne, olduğu şeyin ötesine ulaşır ona yüklediğimiz anlamla. Anlam yüklememizi sağlayan içimizde uyandırdıklarıdır. İçimizde uyandırdıkları arttıkça anlatmak zorlaşır. Düşünmek gibi değildir hissetmek. Yoğundur, yorucudur. Bir o kadar da gerçektir. Düşüncelerinizde yanılabilirsiniz. Bu ihtimalin farkındalığı bile rahatlatır sizi. Oysa hislerinde yanılmaz insan.Yanılmaktan değil, gerçeği ifade edememekten korkarsınız. Hiçbir zaman da tam olarak kelimelere dökemezsiniz içinizdekileri. Hislerin gücü kelimeler gibi sınırlı değildir çünkü. Hisleri anlamaya çalışmak onlara yakalanmaktır bir nevi. Yakalandıkça anlarsınız güzellikleri. Anladıkça zorlaşır ifade etmek. İfade edemedikçe gerçeklik kazanır hisleriniz. Hislerinizin gerçekliğine tutunun. Hissettiğiniz kadar varsınız.
15 Mayıs 2020 Cuma
aldatmak-paulo coelho
Linda, mutlu bir hayat sürmesi beklenilen otuz bir yaşında bir gazeteci. Varlıklı ve anlayışlı bir eşe ve sağlıklı çocuklara sahip. İşini seviyor. Eşini de... Bu yaşına kadar yaşadığı hayatı sorgulamadan kabul edebilmişken şimdi neden mutsuz o halde? Paulo Coelho, insanın ruhuna derinden dokunan ve kendini -belki de hayatı- sorgulatan bu kitabında şu sorunun cevabına ulaştırıyor bizi: Her şeye sahip bir insan mutsuz olabilir mi?
Hayatın akışında durup düşünmeye fırsat bulamıyoruz. Hatta bundan korkuyoruz. Çünkü insana güven duygusunu veren aşinalıktır. Alışkın olduğumuz şeyler olsun isteriz hayatımızda. Yanlış evliliklerin uzun sürmesi bundandır belki de. Karşımızdakinin doğru kişi olmadığının farkına varsak bile bitirmekte zorlanırız bazen. Aşina olduğumuz bir şeyi kaybetme fikri bile korkutur bizi. Korku da beraberinde yanlış kararlar getirir. Bazen de sevdiğimiz biriyle evlenmiş olsak dahi mutlu değilizdir. Linda gibi... Yolunda gitmeyen, eksik bir şeyler vardır hayatımızda. Bu eksikliğin sebebini anlamak için debelenir dururuz. Anlaması kolay değildir. Onlarca soru sorarız kendimize. Bu soruların temelinde "Neden?" yatar. İnsan neden sevdiği biriyle mutlu olamaz? İlk başlarda her şey iyiyken zamanla değişen nedir? Belki de sorun zamanla değişmesi gereken şeylerin değişmemesidir. Kimse tekdüze bir hayat istemez. Bazıları bunu kabullenmek istemese de herkesin yeniliklere ihtiyacı vardır. Bu yenilikler gerçekleşmediğinde bir girdaba sürüklenir insan. Aldığı nefes bile sıradandır artık. Bunun farkına vardığında kaçmak ister bu tekdüzelikten. Doğru veya yanlış olmasına bakmaksızın uzaklaşır o hayattan. Aldığı nefesi hissettiğinde fark eder yeni kararlarının beraberinde getirdiği sorumlulukları. Ya o sorumluluklarla mutluluğa ulaşır ya da sorumluluklarının altında ezilir. Bu ikilem kendini bulduğu yerdir aynı zamanda. Yanlış da olsa kararlarımız, gideceğimiz yeri biz seçmeliyiz. Alışmışlığın verdiği güvene kapılıp yaşadığımız hayat, hayatın yarısı bile değildir çoğu zaman. Hayat yeni yollar seçme cesaretimiz. Bu cesarete sahip oldukça gerçekten yaşamış sayılırız.
8 Mayıs 2020 Cuma
altı harf iki hece
En zor olan başlangıçlardır. Ben de en zor yerdeyim. Kelimelerin kifayetsiz kaldığı o an: başlangıç. Devam etmek kolaydır. Yükümlülüklerini bilmek kafidir çünkü. Oysa başlamak öyle mi? Yeni bir karar, yeni umutlar, geride kalanların içimizde bıraktığı ufak ama can alıcı kıvılcımlar... Gelgelelim benim neye başlamak istediğime. Benim istediğim görünen yüzlerle yetinmemek. Herkes olmamak belki de. Farkında olabilmek güzelliklerin. Hayatı sevmeyenler, görünenin ardındaki gerçeğe ulaşmayı denemeyenlerdir. Oysa hakikate odaklananlar, aldıkları her nefesin hakkını verenlerdir. Ben de aldığı her nefesin hakkını vermeye çalışanlardanım. En sevdiğim çiçeğin kaktüs olmasının sebebi budur belki de. Lilyumu sevebilirdim herkes gibi. Kokusu beni de büyüleyebilirdi. Ama beni etkileyen geçici bir büyü değil, herkesin baktığında diken gördüğü, kimsenin gerçekten anlamını kavrayamadığı güzide bir bitki oldu. İlk bakışta çekici değildir kaktüs. (Ne demiş Nazım: "İlk bakışta değil son bakıştadır aşk.") Onun güzel kokan çiçekleri yoktur. Gösteriş değildir onun simgesi. Güçtür, dayanıklılıktır. Şartlar ne olursa olsun bir yolunu bulur yaşama tutunmanın. Pes etmek değildir onun felsefesi. Mücadeledir. Hiçbir karşılık beklemeden yanınızdadır. Muhtaç değildir kimseye. İhtiyacı yoktur kendinden başka birine. Kendi kendine yetebilmenin canlı örneğidir o. Kimseye zarar vermeden, saflığını kaybetmeden de yaşama tutunulabileceğinin kanıtıdır. En sevdiği olmak zordur birinin. Zoru başarabilendir kaktüs. Görmezden geldiğimiz kaktüs bile hayata bu kadar sıkı tutunurken, insan nasıl tutunur yaşama? Ne kadar göğüs gerebilir zorluklara? Şikayet etmek daha kolay gelir insanlara. Söylenip dururlar her durumda. Görmek istemezler zorlukların ardındaki güzellikleri. Hegel diyalektiğini görmezden gelmek, hayatı ıskalamaktır bir nevi. Antitezler olmasaydı ne anlamı kalırdı tezlerin? Mutsuzluk olmasa yarım kalmaz mıydı mutluluk? Çirkinlik olmasa anlamı kalır mıydı güzelliğin? Sonlar olmasa olur muydu başlangıçlar? Ben de şimdi başlangıcı var eden sondayım. Başlangıç gibi son da zormuş. Ne kadar anlatırsam anlatayım anlattıklarım anlamak istediğiniz kadar olduğu için belki de. Aynı, hayatın yaşamak istediğiniz kadar olması gibi...
1 Mayıs 2020 Cuma
direniştir 1 Mayıs
Her geçen gün bizi eksilten bir düzenin parçasıyız. Karşılık üzerine kurulu bir düzenin... Bir şey almak için bir şeyler vermemiz gerekir bu düzende. Verdiğimiz kadarını alamayız çoğu zaman. İşçi emek verdi. Patron ücret... İşçi ücreti az buldu. Patron kulaklarını kapadı. Önem verdiği paraydı. Yetmiyordu zenginliği. Daha fazlasını istedi hep. İstedikçe verdiği ücret gözünde büyüdü. Onun zenginleşmesi için işçi fakirleşmeliydi. Bu düzene ayak uydurması için işçi düşünmemeliydi. Sorgulayacak vakti kalmasın diye iş saati arttırıldı işçinin. Böylece sadece çalışacaktı. Sorgulamayacak, tek amacı hayatta kalmak olacaktı. Patron çoğaldıkça, işçi azalacaktı. Her durumda olduğu gibi bu durumda da bir kırılma noktası olacaktı elbette. İşçi farkındalık kazanacaktı bir yerden sonra. Bu farkındalığın -her farkındalıkta olduğu gibi- geri dönüşü yoktu. İşçi, hakkını arayacaktı. Susmayacaktı bu adaletsiz düzen karşısında. Susturulmaya çalıştıkça sesini daha çok duyuracaktı. Pes etmeyecekti hiçbir zaman. Mücadelesi daimi olacaktı. Er ya da geç kazanan olacaktı işçi. Yalnız değildi o. İşçi halktı. Kendi kendini yönetebilendi. Kimseye boyun eğmeyendi. Birlik olduğunda hiçbir şey tarafından yıkılamayacak olandı.
Hepimiz bu düzenin işçileriyiz. Mezun olduğunda iş bulamayacağını bilerek okuyan... İş bulacağına dair umudunu kaybettiğinde hayatına son veren işçiler. Bizi öldüren biz değiliz aslında. Yaşadığımız düzen. Bu düzene karşı koymadıkça ölmeye devam edeceğiz. En kötüsü de yaşarken öleceğiz. Yaşarken ölmemek için bir yaşam biçimi belirlememiz gereken bu hayatta en güzel seçimdir direnmek. Kimseye boyun eğmeden yaşamaya devam etmek. Nazım gibi yani. Ne olursa olsun mücadele etmekten vazgeçmeyerek. Nefes alırcasına solumak hayatı. Ne kendine ne halkına ihanet ederek. Yaşar Kemal'in İnce Memed'i gibi mesela. Karşındaki ne kadar güçlü olursa olsun direnmeye devam ederek. Kazanacağına inanarak daima. Aydınlığa yürümek soluksuzca. Yolun sonundaki ışık umuduyla durmamak. Yeni başlangıçları heyecanla bekleyerek. En çok da kendini kanıtlamaya çalışmadan Sabahattin Ali'nin Kuyucaklı Yusuf'u gibi "Ben Buyum!" diyerek yaşamak. Değiştirmeye çalışanlara kulak asmayarak. Kendin olarak, ödün vermeden benliğinden. Durmadan ilerlemek inandığın yolda. İnanmaktan vazgeçmeyerek güzel günlere. Mavinin en çok da özgürlük tonunu severek. Güneşli günlerin umuduyla. Farklı görüşlere kapatmadan kendini. Birlik olması halkın. Kenetlenebilmek birbirine. Her koşulda katılmak direnişe. Bir yaşam biçimidir direnmek. Yaşarken ölmek, direnmekten vazgeçmek.
Hepimiz bu düzenin işçileriyiz. Mezun olduğunda iş bulamayacağını bilerek okuyan... İş bulacağına dair umudunu kaybettiğinde hayatına son veren işçiler. Bizi öldüren biz değiliz aslında. Yaşadığımız düzen. Bu düzene karşı koymadıkça ölmeye devam edeceğiz. En kötüsü de yaşarken öleceğiz. Yaşarken ölmemek için bir yaşam biçimi belirlememiz gereken bu hayatta en güzel seçimdir direnmek. Kimseye boyun eğmeden yaşamaya devam etmek. Nazım gibi yani. Ne olursa olsun mücadele etmekten vazgeçmeyerek. Nefes alırcasına solumak hayatı. Ne kendine ne halkına ihanet ederek. Yaşar Kemal'in İnce Memed'i gibi mesela. Karşındaki ne kadar güçlü olursa olsun direnmeye devam ederek. Kazanacağına inanarak daima. Aydınlığa yürümek soluksuzca. Yolun sonundaki ışık umuduyla durmamak. Yeni başlangıçları heyecanla bekleyerek. En çok da kendini kanıtlamaya çalışmadan Sabahattin Ali'nin Kuyucaklı Yusuf'u gibi "Ben Buyum!" diyerek yaşamak. Değiştirmeye çalışanlara kulak asmayarak. Kendin olarak, ödün vermeden benliğinden. Durmadan ilerlemek inandığın yolda. İnanmaktan vazgeçmeyerek güzel günlere. Mavinin en çok da özgürlük tonunu severek. Güneşli günlerin umuduyla. Farklı görüşlere kapatmadan kendini. Birlik olması halkın. Kenetlenebilmek birbirine. Her koşulda katılmak direnişe. Bir yaşam biçimidir direnmek. Yaşarken ölmek, direnmekten vazgeçmek.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)