İnsan en çok canı yandığında yaşadığını hissediyor belki de. Kalbi acıdığında, en kötüsü de o acıya bir çare bulamadığında… Bazı şeyler tarif edemeyeceğimiz kadar çok acıtıyor canımızı. Oysa bir tarif edebilsek… Bir söyleyebilsek ne kadar yandığımızı… Geçer belki de. En azından hafifler acımız. Spinoza, Etika’da şöyle diyor: “Bize acı veren duygular, onun berrak ve kesin bir resmini çizdiğimiz anda acı olmaktan çıkar.” Keşke söylenildiği kadar kolay olsa acının resmini çizmek? “Canım yanıyor, tam buradan ve bu yüzden.” diyebilmek… Aslında en zoru canımızın yandığını kabullenebilmek. Sebebi ne olursa olsun canımızı yakan şeyden kaçmak sadece acımızı erteliyor. Yok saydıkça acı derinlerimize gömülüyor. İçimize işledikçe parçalanıyor. Geriye acı kırıntıları kalıyor sadece. Geçti sandığımız acıların tekerrürünün sebebi yaşadıklarımız değil, bizleriz. Her şeye sahip olmaya çalışırken acılarımızın mülkiyetini elimizde tutamadığımız ve onları yeterince tasvir etmeye çalışmadığımız için en ufak bir şeyde acılarımızı sakladığımız yerden kırılıyoruz. Yaşamın en gerçek duygularından birinden neden bu kadar kaçıyoruz? Neden onu yok sayıyoruz? Buna sebep olan olayların, kişilerin bir önemi yok. Acılarımız kadar hissediyoruz hayatı. Resmini çizebildiğimiz müddetçe geride bırakabiliyoruz acılarımızı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder