Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

22 Mayıs 2022 Pazar

yanılsama

Birçok ayrım var hayatta. Bu ayrımların başında gerçeğin ve gerçek olmayanın ayrımı gelir. Çünkü gerçeklik var oluşu belirler. Gördüklerimiz gerçek diye düşünürüz hep. Hatta “Gözümle görmeden inanmam.” diyecek kadar iddialıyızdır bunda. Peki ya gözümüzün tek gördüğü, hiçbir şey görmediği ise? Doğduğumuz andan itibaren gördüğümüz her şey bir yanılsamadan ibaretse? Gerçek, hiçliğin kendisiyse? Nietzsche’nin haksız olduğunu kim iddia edebilir? Platon’un idealar evreninin yansımalarına “gerçek” diyoruz belki de. Bu bilinmezlik, bilme arzusunun ilk kamçısı değil midir? Gördüğümüzü sanıyoruz, daha çok görmek için daha çok bakıyoruz. O halde neden baktıkça görme eylemine yabancılaşıyoruz? En başında kendi içine bakmayan biri nasıl dış dünyayı “gerçek” manada görebilir? Görmek anlamlandırmanın sonucudur. Anlamayan biri kavrayamaz. Kavrayamayan biri göremez. Salt bakışların ruha vurduğu sessiz kırbaçların sebebi tam da budur. Nereye bakıyoruz? Neyi görüyoruz? Baktığımız yerlerde bir şeyler gördüğümüzü sanan zavallı insancıklar olmadığımızı kim söyleyebilir? İçimizdeki varoluşsal boşluğu, görme arzumuzla doldurmaya çalışmadığımızın kanıtını kim sunabilir? Yaşam telaşında tek kaygımız daha çok bakmak ve gördüğünü sanmak da değil. En büyük arzumuz, görünür olmak. Bize bakılsın istiyoruz. Görülen olmak var olmak sanıp varoluşumuzu kanıtlamak istiyoruz herkese. Hiçbir şeyin gerçek olmadığını bilseydik de bu telaşa kapılır mıydık? Görmenin anlamakla mümkün olacağını fark edebilseydik… Bakılan olmak isterken, baktıkları yerde bir şey olmama ihtimalini akıl edebilseydik… Bedenlerin görünür olma savaşında ruhlar nefes almaya çalışıyor. En sonunda elde sadece görülmeden bakılan maddeler kalıyor. Biz yalnızca o madde olmaya çalışırken hayat akıp gidiyor. Yok oluşa yaklaştığımızda aslında hiç var olmadığımızı anlama ihtimali görülmesi gereken tek gerçek. Buna rağmen baktığımızda göremiyorsak belki de gerçekler görülmek zorunda değildir. Ya da gördüklerimiz gerçek değildir. Var olduğumuzdan bile emin olamadığımız hayatta varlığımızın göstergesi bir madde olarak bedenimiz olamaz. Başkalarının bize bakması da bizi var edemez. Baktıklarımız anlamlandıramadığımız yanılsamalar sadece. Farabi’nin dediği gibi: “Var mısın ki yok olmaktan korkuyorsun?”

15 Mayıs 2022 Pazar

fight club

Herkesin olmak istediği biri vardır. Kendisine hiç benzemeyen biri… Neden o kişi olmak istediğinin farkında bile değildir. Farkında olduğu, o kişi olmak istediğidir yalnızca. Bu istekte içinde bulunduğu düzen etkilidir. Sistem öyle zorlar ki fazlasını istemeye, kişi yetinemez kendisiyle. Her zaman daha fazlasına ihtiyacımız varmış gibi gösterilir bu düzende. Çalışmanın sebebi bile daha fazlasına sahip olmaktır. Belli bir saatte kalkar, hayallerimizin yakınından bile geçmeyecek bir işte saatlerce çalışır, gün sonunda perişan bir halde yatağımızda buluruz kendimizi. Sonra kazandığımız parayı gidip ihtiyacımız olmayan eşyalara yatırırız. Ne çalıştığımız zamanın önemi kalmıştır ne de uykularımızın. Reklamların büyüsüne kapılmışızdır çoktan. O büyünün etkisinden kurtulmak kolay değildir. Sistemin yarattığı karmaşada farkındalık anıdır gidişatı değiştiren. O farkındalığa erişmenin geri dönüşü yoktur. Hiçbir şey eskisi gibi değildir artık. Sahip olabileceğimiz şeylerin sonu yoktur. Sahip olduklarımız sahibimiz olmaya başlar bir süre sonra. Sahip olmadığımız sürece özgürüz. Sahip olmadığımız sürece tam…

 

8 Mayıs 2022 Pazar

acının resmini çizmek

İnsan en çok canı yandığında yaşadığını hissediyor belki de. Kalbi acıdığında, en kötüsü de o acıya bir çare bulamadığında… Bazı şeyler tarif edemeyeceğimiz kadar çok acıtıyor canımızı. Oysa bir tarif edebilsek… Bir söyleyebilsek ne kadar yandığımızı… Geçer belki de. En azından hafifler acımız. Spinoza, Etika’da şöyle diyor: “Bize acı veren duygular, onun berrak ve kesin bir resmini çizdiğimiz anda acı olmaktan çıkar.” Keşke söylenildiği kadar kolay olsa acının resmini çizmek? “Canım yanıyor, tam buradan ve bu yüzden.” diyebilmek… Aslında en zoru canımızın yandığını kabullenebilmek. Sebebi ne olursa olsun canımızı yakan şeyden kaçmak sadece acımızı erteliyor. Yok saydıkça acı derinlerimize gömülüyor. İçimize işledikçe parçalanıyor. Geriye acı kırıntıları kalıyor sadece. Geçti sandığımız acıların tekerrürünün sebebi yaşadıklarımız değil, bizleriz. Her şeye sahip olmaya çalışırken acılarımızın mülkiyetini elimizde tutamadığımız ve onları yeterince tasvir etmeye çalışmadığımız için en ufak bir şeyde acılarımızı sakladığımız yerden kırılıyoruz. Yaşamın en gerçek duygularından birinden neden bu kadar kaçıyoruz? Neden onu yok sayıyoruz? Buna sebep olan olayların, kişilerin bir önemi yok. Acılarımız kadar hissediyoruz hayatı. Resmini çizebildiğimiz müddetçe geride bırakabiliyoruz acılarımızı.

 

1 Mayıs 2022 Pazar

eksik

Ben buradayım. Etimle, kanımla, canımla… Neden görmüyorsun beni? Neden bir kez olsun başımı okşamıyorsun? Neden “aferin” demiyorsun? Burada beni görmeni beklerken neden çırpınışlarıma gözlerini kapatıyorsun? Erkek olsaydım da böyle mi yapardın? Hep kendimi eksik mi hissettirirdin? Yetersiz hissetmemek için nefesim kesilene kadar çalışırken sen bunu görmezden mi gelirdin? Başarısızlığımın arkasında durmandan bahsetmiyorum bile. En azından başarılarımın arkasında duramaz mıydın? Takdir edemez miydin bir kez olsun? Korktuğun neydi tam olarak? Şımarık birine dönüşürüm diye mi korktun? Kendime daha çok güvenirim diye mi? Bir kez olsun “aferin” diyebilseydin, sadece tamamlanırdım. Hepsi bu… Kadın olmak, bir “aferin” e muhtaç yaşamak çoğu zaman. Takdir edileceğin anı bekleyerek ve bu uğurda kendini kanıtlamaya çalışarak geçirmek koca bir ömrü... Takdir edilmeden yaşamayı öğrenmek de büyümek. Kendini kanıtlama çabasından vazgeçmek… Kendi kendine yetebilmek ve kendini takdir edebilmek. Keşke bu kadar erken büyümesek…