Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

22 Nisan 2022 Cuma

anlam arayışı

Belki de bir anlam aramayanlar ya da hayatın anlamını aramadan bulanların dünyasıdır yaşadığımız dünya. Çünkü anlamlandırmaya çalışmak mutsuzluğa yaklaşmaktır adım adım. Mutsuzluk bilince giden yolda yavaş yavaş içimize işler. O yol karanlık... Bilince eriştikçe gözümüz kamaşır ışıktan. Bu ışık görüşümüzü bulanıklaştırır. Artık eskisi gibi göremeyiz dünyayı. Eskisi gibi bakamayız ona. Ne biz önceki gibiyizdir ne de gittiğimiz yol bildiğimiz yoldur. Anlam arayışının yolu bu yüzden zorludur. Değişmemiz gerekir. Bazen aydınlığın gözümüzü kamaştırması, bazen canımızı yakması... Bu yoldaki azınlığı oluşturanlar ise, bu yola çıkabilme cesaretini gösterebilenlerdir. Çünkü insan, doğası gereği belirsizlikten hoşlanmaz. Ne kadar net görürsek hayatı, o kadar hafif hissederiz. Bir kuş gibi gökyüzünde ya da sonbaharda yere düşen sarımsı bir yaprak gibi… Bir şeylerin anlamını aradıkça hayatımızı bulanıklaştırırız. Pessoa, şöyle diyor Huzursuzluğun Kitabı’nda: “Şu anda dünya aptallara, huzursuzlara, yüreksizlere ait. Yaşama ve başarma hakkına sahip olmak için, bir akıl hastanesine kapatılmak için gereken şartları yerine getirmek zorundasınız: düşünememe, ahlaka aykırı davranma ve aşırı coşku.” Aptalların dünyasında yaşamak anlam arayışı yolculuğunu daha da zor kılar. Bu dünyada anlam aramak en büyük aptallık gibi hissettirse de bazen, bu yolun geri dönüşü yoktur. Bir kez sorgulamaya başladığımızda farkındalık eşiğine sıkışırız hayatımız boyunca. Bazen nefesimiz kesilir. Bazen ötekileştiriliriz bu eşikte. Ama o eşikte olmak, tek gerçeğin ölüm olduğu dünyaya en güzel direniştir. Aptallar dünyasının rastgele yaşayan organizmalarından biri olamamak, bu dünyaya ait hissedememek... Günden güne yalnızlaşmak... Belki de Cansever'e kulak vermek gerekiyordur burada: "İnsanın insana verdiği en değerli şeydir yalnızlık." Farklı olanın yalnızlaştırıldığı dünyada yalnız hissetmek bir ödüldür. Sınırlı bir ömre sığdırılması gereken, bir anlamdır, yalnızca. 

   

15 Nisan 2022 Cuma

tanım

Hayatı tanımlara sığdırmak en zor şeylerden biri. Karakterimizi, gördüklerimizi, yaşadıklarımızı kelimelerle açıklamaya çalışmak her zaman yeterli olmuyor. Algılarımız farklı. Yaşadıklarımız, durduğumuz yer, vicdanlarımız farklı. Kahve kokusunu tarif etmenin zorluğu gibi hayat bazen. O kokuyu anlatmak için güzel kelimelere ihtiyacınız olduğunu biliyorsunuz ama güzelliğin derecesine karar vermek zor geliyor. Genellemek istemiyorsunuz çünkü genellemek güzelliğin tanımına aykırı. Güzelliğin tanımını düşünüyorsunuz, zıtlıklarıyla açıklıyorsunuz belki de. Çirkin olmayan diyorsunuz mesela, çirkin nedir düşünmeden. Çirkin deyince aklınızda bazı imgeler canlanıyor. Bazı suratlar, tanımlanmaya muhtaç bazı sözler ya da sadece güzel olmayan diye düşünüyorsunuz. Ama özünde güzel ve çirkin ne bilmiyorsunuz. Kendi içinizde bir şeylerle özdeşleştirebiliyorsunuz sadece. Zamanla bunu yaptığınızı unutuyorsunuz. İçinde bulunduğunuz anda kelimelerle bağlantılarınız kalıyor sadece. Kimi zaman güzel, annenizin suratı oluyor kimi zaman çirkin, gözünüze hoş gelmeyen bir ev... Nesneleri hapsettiğiniz sıfatlarla yaşıyorsunuz hayatınızın sonuna kadar. O sıfatların prangaları ise tanımları. Tanımlamaya çalıştıkça eksiltiyorsunuz hayatı. Bazı insanlara iyi bazılarına kötü diyorsunuz, iyi ve kötünün ne olduğundan emin bile olmadan. Her ne kadar “ama”ları sevmeseniz de “ama” olmak zorunda bazen cümlelerinizde. İyiyi tanımlamak bu kadar zorken bir insanı iyi diye tanımlamak bu kadar kolay olmamalı. Her insanın aynı anda iyi ve kötü olabileceğini unutuyorsunuz. İyi olduğunu düşündüğünüz biri size kötü hissettirdiğinde şaşırıyorsunuz. Oysa onun iyi olduğunu düşünen de sizdiniz. Yaptığı davranışın kötü olduğunu düşünen de sizsiniz. Yaşam, düşüncelerinizin ve düşüncelerinize giydirdiğiniz kıyafetlerin ötesinde bir gerçekliğe sahip. Her ne kadar tanımlamaya çalışsanız da gerçekliği değiştiremiyorsunuz. Öte yandan tanımlarınız değiştikçe doğrularınız değişiyor. Öldürmek kötüdür diye düşünürken bir gün kendinizi bir katili anlamaya çalışırken bulabiliyorsunuz. Empati kurmaya çalıştığınız kişinin başka insanları öldürdüğünü hatırladığınızda kendinizi “kötü” hissediyorsunuz. Sonra empatinin “iyi” bir duygu olduğunu hatırlıyor ve rahatlıyorsunuz. Bazen iyi biri olduğunuza inanıyorsunuz ve hayatınızda iyi şeyler olmasını umuyorsunuz. Sonra “kötü” insanlarla karşılaşıyorsunuz. Canınızı yakan, size hak etmediğiniz şekilde yaklaşan insanlarla… Kötülüğün gücü altında ezildikçe kötülüğe olan inancınız artıyor. İyilik tanımızın değişiyor. Güçsüzlük ekleniyor tanımınıza. İçgüdüsel olarak güçsüz olmak istemez kimse. Böylece “güçlü”lerin sayısı artıyor günden güne. Her şey belli bir düzeyde gidebilecekken hayatın saf gerçekliğinde, o gerçekliği tanımlarınızla yeniden üretip hapsoluyorsunuz küçücük cümlelere. Hayat, tanımlarınızdan çok daha fazlası. Bırakın yaşadıklarınızın içinizde uyandırdığı hisler özgür kalsın. Bırakın, en azından kelimeler prangalarını kırsın. 

8 Nisan 2022 Cuma

hayal

Ne olmak istediğimizi düşünerek geçiyor ömrümüz. Kafamızdaki insana kendimizi uydurmaya çalışarak… Zorlayarak, sıkıştırarak kendimizi… Peki ya hiçbir şey olmak istemiyorsak ve aynı zamanda her şey olabileceğimize inanmışsak? Bazen bir şelalede akıntıya kapılmadan sabit durmaya çalışır gibi yaşadığımı hissediyorum. Durmak istiyorum çünkü hayatın sıradanlığına direnemeyeceğimi biliyorum. Kendimi akışa bırakmak istiyorum. Nereye gittiğimi bilmemenin belirsizliğinde boğuluyorum. Bilinmezliğin huzursuzluğuna tahammül edemiyorum. Bazen sadece bir hayale sıkışmış hissediyorum kendimi. Olmak istediğim insan en başından belliymiş ama o insan olmaya zamanında cesaret edememişim gibi… Ne tuhaf sözcük şu “zamanında”. Her şeyin bir zamanı olduğuna inanmak hayattan çalmak değil mi? Kim bilebilir ki doğru zamanı? Böyle düşündüğümde ise hayalim olduğuna inandığım yaşam biçimi gerçekten bana mı ait diye sorgulamaya başlıyorum. Neden bu hayali kurduğumu hatırlamaya çalışıyorum. Bu düşün, içimde belirdiği ilk anı... Yapamıyorum. Başını hatırlayamadığım sadece çok sevdiğimden emin olduğum bir kitap gibi hayalimi başucuma koyuyorum. Orada olması beni mutlu ediyor, aynı zamanda tedirgin... Ya direnemezsem bir gün? Sonunu merak edersem başucu kitabımın? O zaman şu anki kadar değerli olur mu? Gerçekleştiğinde değeri azalır hayatta çoğu şeyin. Arzularımız gerçekleşmedikleri için tutkulu hissettirir bize. Peki ya ben bu hayalin gerçek olma ihtimalini mi yoksa içimde oluşturduğu tutkuyu mu daha çok seviyorum? Hayalimi başucumda tutmak mı yoksa hayalim olmak mı istiyorum? Her şeyden çabuk geçen hevesimi canlı tutmak istiyorum bir kez olsun. Ulaşmışlığın verdiği o can sıkıcı tatmin olma hissini yaşamak istemiyorum. Tatminkarlık yalnızca kesintiye uğratır yaşamı. Hayatı en çok içimizde bir şeyler ukte kaldığında hissederiz. Yarım kalmışlıkları sevmediğimizi söylesek de yarım kalmış hikayelerin cazibesi buradan gelir. Bu hayal, benim bir parçam. Bu parçam bazen canımı acıtıyor. Yanlış seçimler yapmış gibi hissettiriyor bana. Bazen olduğum kişiyi daha çok sevmemi sağlıyor. Eksikliklerim beni daha çok ben yapıyor. Bir gün hayalim hayatımın bir gerçeği olur mu bilemiyorum ama o günün bir ihtimal olması beni daha güçlü kılıyor.

1 Nisan 2022 Cuma

güç

Affetmek mi daha zor affedememek mi? Kendimizi affedememekten korktuğumuzdan belki de sevdiklerimizi affedemeyişlerimiz. Çünkü insan en çok kendini affedemiyor. Kendinden kaçamıyor. Kendini aldatmaktan korkuyor en çok. Sevdiğimiz insanları kaybetmenin hüznünden daha ağır geliyor kendimize olan sevgimizi kaybetme korkusu. Bu korkunun altında eziliyoruz. Kendimizle sevdiklerimizin arasında kalıyoruz. Günün sonunda ya kendimizi ya da sevdiğimizi seçiyoruz. Onunla kendimizi daha çok seviyorsak onu affediyoruz. Kendimizi sevmemize bir barikat da o oluyorsa vazgeçme eşiğinde buluyoruz kendimizi. Bu eşikte olmak canımızı yakıyor ama bu eşikte verdiğimiz kararlar bizi kendimize daha çok yaklaştırıyor. Karar verirken yeni olacağımız kişiyi sevip sevmeyeceğimizi düşünmeliyiz belki de. Herkesin hata yapabileceğine inanan ve affetme gücüne sahip biri de olabiliriz; altında ezileceğimiz hataları reddeden, zor da olsa sevdiği kişiyi geride bırakabilecek güce sahip kişi de… Bu iki kişi de güçlü. Biri affedebildiği, biri affedemediği için… Önemli olan, altında ezilmeyeceğimiz gücü seçmek. Doğrularınıza sıkı sıkıya bağlıysanız affetmek zor gelebilir. Doğrularınızdan uzaklaştığınızda kendinizi affedememekten korkarsınız çünkü. Oysa hayatın akışkanlığında doğrular da sabit kalmamalı. Herkesin ufak hatalara hakkı olmalı hayatta. Fark etmek ve telafi etmeye çalışmak yetebilmeli bazen affetmeye. Güç savaşlarıyla geçen hayatın tek gerçeği, kaybetmek. Yokluğuyla eksileceğimiz insanları henüz vaktimiz varken affedelim çünkü doğrular gerçeklere direnemez. Sevdiklerimiz nefes alırken belirlediğimiz doğruların gerçekliğine aldanmamalı çünkü gerçek, ölüm olduğunda tüm doğrular anlamını kaybeder.