Hayatta bazı şeyleri arayarak bulamayız. “Mükemmel” de bunlardan biri
yalnızca… Onu ararken neleri kaçırdığımı fark etmek yirmi dört yılımı aldı. O
kadar odaklanmıştım ki her şeyin mükemmel olmasına, “kusurların” hayatı ne kadar
güzelleştirdiğinin farkına varamadım şimdiye kadar. Hani diyor ya Oğuz Atay
Tutunamayanlar’da: “Yatağımın
karşısında bir pencere var. Odanın duvarları bomboş. Nasıl yaşadım on yıl bu
evde? Bir gün duvara bir resim asmak gelmedi mi içimden? Ben ne yaptım? Kimse
de uyarmadı beni. İşte sonunda anlamsız biri oldum. İşte sonum geldi. Kötü bir
resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç
yaşamadım.” Tam da böyle çoğumuzun hayatı. Kusursuzluk dayatmasında hayatın
derinliğini kaybettik. Yüzümüzdeki çizgiler yaşanmışlığı gösterirdi önceden.
Biz o çizgileri bile isteye yok ettik. Ne kalacak geriye öldüğümüzde? Pürüzsüz
bir cilt ve yarım bırakılmış onlarca insan… Vazgeçmenin gücüne inandırılmış bir
nesiliz biz. En değerlinin her zaman kendimiz olduğuna ve bize uymayan şeyleri
derhal bırakmamız gerektiğine inandırılmış bir nesil… Peki ne olacak beklenen
son geldiğinde? Sırf güzel olmaz diye bir şeyleri ertelemiş ve sonunda
cesaretini topladığında yapmak istediklerine zamanı kalmamış milyonlarca
insandan biri olarak veda edeceğiz dünyaya. Gerçek bir ölüm, yaşarken defalarca
ölmekten daha fazla acıtamazdı herhalde canımızı. Hayatımıza ne çok şey
sığdırabiliriz oysa yaşarken. Eksik de olsa yetersiz de… Sonunu düşünmeden
başlamak lazım bir şeylere. Olduğu gibi sevmek çevremizi. Tabii önce kendimizi.
Kusur olarak gördüğümüz şeyleri değiştirmek belki de… Problem “kusur”
tanımımızda. Mutlak bir doğru yok hayatta. Ulaşmamız gereken bir mükemmel de…
Sadece harekete geçmek gerekiyor bir şeyi isteyince. Sonunu düşünmeden…
Korkmadan… Adım atmak ve sonucu kucaklamak tüm gerçekliğiyle.
Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı
24 Kasım 2023 Cuma
mükemmeli aramak
15 Kasım 2023 Çarşamba
sıfır noktası
Bir şeyi mükemmel yapma isteğinin sonucudur çoğu zaman ertelemek. En doğru anı bekleriz her zaman başlamak için. En doğru an olabilirmişçesine... En çok da bu düşünce hayatımızdan çaldırır bize. Ufak ufak ilerlemektense kocaman adımlar atmak ve hemen bir sonuç görmek isteriz. Eğer bu mümkün olsaydı ne anlamı kalırdı ki hayat yolculuğunun? Önemli olan, karar verdiğimiz şeylere yavaş yavaş ilerleyebilmek aslında. Peki bize engel olan ne? “Ya hep ya hiç” diye düşünmek belki de. Bir şeye başlamak istediğimizde pazartesi olmasını beklemek gibi biraz. Mükemmele ulaşma arzusunda sıfır noktasının en iyi başlangıç olduğu inancı… Oysa başlamak için en doğru zaman, içinde bulunduğumuz andır. O anki koşulların el verdiği kadarıyla ilk adımı atmak ve sonrasında koşulları istediğimiz hale getirmek için durmadan çabalamak… Çabalamayı aksattığımız günler olsa da sürece devam etmek… Bazı günler sürecin sekteye uğraması bizi sıfır noktasına geri götürmez. Hayatta ancak her şeyi planladığımız gibi ve günü gününe yapamayacağımızı kabul edersek ilerlemeyi sürdürebiliriz. Aksi takdirde yapmak istedikleri için çabalamak yerine bahane üreten milyonlarca insandan biri olabiliriz yalnızca günün sonunda. Neticede kim olduğumuzu yapılacaklar listemiz değil, o listedeki maddelerin kaçı için harekete geçebildiğimiz belirler. Ne demişler: “İnsan yaptıklarıdır, yapmak istedikleri değil.”
8 Kasım 2023 Çarşamba
ilmek ilmek
ilmek ilmek dokumak lazım hayatı
ince ince
kararınca ilerlemek her bir gece
sabahları beklemenin güzelliğini hissederek
bazen unutmak zamanı
sadece durmak
hiç kimseye, hiçbir şeye aldırış etmeden
yalnızca durmak gerek
1 Kasım 2023 Çarşamba
yazmak
Yazmak benim için her zaman bir kaçış yolu olmuştur. İçimdekilerden kurtulmanın en etkili yolu… Bazen bir ağırlık çöker ya insana, kımıldayamaz yerinden. Kendini yürümeye zorlar. İlerlemek zorunda olduğu inancıyla devam etmeye çalışır yoluna. İşte böyle zamanlarda dermanı kağıt kalemimde ararım. İçimi döküp hafiflemek isterim. Çoğu zaman da işe yarar bu yöntem. Kalbimin kara bulutlarını dağıtır ve yeniden başlamama olanak tanır. En zorlandığım yer, her zaman başlangıç cümlesidir. Anlatmaya neresinden başlayacağımı bilemem. İçimi nereden açşam bir türlü karar veremem. O ilk cümleyi yazdıktan sonra gerisi kendiliğinden gelir. Kelimeler dökülür parmaklarımdan. Kimi zaman kelimelerim rüzgarda savrulan saçlar gibidir. Karmaşık, açması zor… Kimi zaman ise dalgasız bir deniz gibi berrak…
Yazmaya başlarken karanlık bir yolun başlangıç noktasında hissederim kendimi. Sonunda göreceğim ışığın hayaliyle alırım kalemi elime. Aydınlığa erişmenin tek yolunun gerçeklerle yüzleşmek olduğunun bilinciyle yazarım. İlk kelimeden son kelimeye kadar onlarca duygu barınır içimde. Yazının sonunda ise en gerçeği kalır geriye. Bazen buruk bir hüzün kaplar içimi. Bazen tüm hislerim kelimelerde kalmışçasına bir hissizlik… İçimde kalan son duygu kırıntısı ne olursa olsun kendimle yüzleşmenin huzurunu taşırım kağıdın sonunda.
Hiçbir zaman anlaşılmak için yazmam ben ama en çok anlaşılmadığıma inandığımda yazarım. Kendimi kağıda anlatırım. Anlaşılma umudu taşımadan, anlaşılamamanın verdiği o yorgunlukla… Yazdıkça rahatlarım. Çünkü yazmak benim için geride bırakmak demek. Mutluluklarımın izini belirginleştirmek, kederlerimin üzerini çizmek… Günün sonunda kendime yaklaşmak ve gerçeklerimle yüzleşmek demek yazmak. Kaçacak bir yerimin kalmaması… Karanlığın sonunda bir aynayla aydınlanmak tüm çıplaklığımla.